DOĞANIN MUCİZELERİ: Bitkilerin Tarihten Modern Tıbba Uzanan Yolu
Ginkgo biloba: Doğanın Hafızası
Ginkgo biloba dünyada en yaygın kullanılan bitkisel takviyelerden biridir. Aynı zamanda dünya üzerindeki en eski ağaç türlerinden biri olarak da bilinir. Yaklaşık 200 milyon yıldır varlığını sürdüren bu bitki geleneksel tıpta kullanılışı ile ilgi çekmektedir.
Çin’de binlerce yıldır kutsal kabul edilen Ginkgo ağaçları özellikle Budist tapınakların bahçelerinde özenle korunmuştur. Rivayete göre Ginkgo ağacı uzun ömür ve bilgelik sembolü olarak görülmüş, yaprakları ise sağlığı ve şifayı temsil etmiştir. Geleneksel Çin tıbbında hafızayı güçlendirmek, dolaşımı arttırmak ve solunum yolu rahatsızlıklarını hafifletmek amacıyla kullanılmıştır.
1691 yılında Alman doğa bilimci Engelbert Kaempfer Japonya’da gördüğü bu ağacı Avrupa’ya tanıtmış ve kısa sürede botanikçiler arasında ilgi uyandırmıştır. 18. yüzyılda ise Ginkgo bilimsel olarak Ginkgo biloba adıyla sınıflandırılmıştır.
İnsan üzerindeki etkileri sayesinde Ginkgo, günümüzde de modern fitoterapinin en çok araştırılan bitkilerinden biri haline gelmiştir. Yapraklarından elde edilen özüt özellikle flavonoidler ve terpenoidler açısından zengindir. Bu bileşenler sayesinde Ginkgo’nun antioksidan potansiyeli vardır. Hafızayı güçlendirdiği, öğrenme ve konsantrasyonu desteklediği bazı klinik çalışmalarda bildirilmiştir. Kan akışını arttırarak periferik damar hastalıklarında yarar sağlayabilir. Bunların yanı sıra demans gibi nörodejeneratif hastalıkların seyrinde destekleyici olarak değerlendirilmektedir ancak kanıtlar karışıktır. Ancak her bitkisel tedavide olduğu gibi Ginkgo biloba kullanımında da dikkatli olunmalıdır.
Yalnızca tıbbi değil aynı zamanda kültürel açıdan da çok değerlidir. Bunun en önemli örneği Hiroşima’ya atılan atom bombasından sonra hayatta kalmayı başaran Ginkgo ağaçlarıdır. Şiddetli yıkıma rağmen yeniden filizlenmiş ve yaşamın simgesi haline gelmiştir. Hatta bazı Ginkgo ağaçlarının 1000 yılı aşkın süredir ayakta olduğu bilinmektedir.
Hem geçmişten günümüze ulaşan tarihi ile hem de modern tıbbın merceği altındaki farmakolojik etkileri ile Ginkgo biloba doğanın insanlara sunduğu en özel armağanlardan biridir. “Yaşayan fosil” olarak bilinen bu eşsiz ağaç, bize doğanın şifa kaynağı olabileceğini hatırlatmaktadır.


Digitalis purpurea: Zehirden İlaca Uzanan Yol
Mor, pembe ya da beyaz çan şeklindeki çiçekleri ile bahçelerde adeta görsel bir şölen sunan ve halk arasında yüksük otu olarak da bilinen Digitalis purpurea yalnızca güzelliği ile değil içinde barındırdığı sırlarla da yüzyıllardır insanın ilgisini çekmektedir.
Tarih boyunca kimi zaman büyülü bir şifa bitkisi kimi zaman da ölümcül bir zehir olarak anılan bu bitki, Avrupa’nın kırsal bölgelerinde yüzyıllar boyunca hem halk hekimliğinde hem de süs bitkisi olarak kullanılmıştır.
Orta Çağ’da kalp rahatsızlıklarını hafiflettiği gözlemlense de zehirli doğası nedeniyle kullanımı tehlikeli bulunmuştur. Sonrasında 18. yüzyılda ise İngiliz hekim William Withering sayesinde modern tıp tarihine damgasını vurmuştur. Mor yüksük otunun kalp hastalığı üzerindeki etkilerini sistematik olarak inceleyerek yayımlamış ve böylece Digitalis glikozitlerini tıbba kazandırmıştır. Bu çalışma farmakoloji biliminin doğmasına büyük katkılar sunmuştur.
Yüksük otu özellikle kardiyak glikozitler açısından zengindir. Bu maddeler kalp kası üzerine doğrudan etki ederek
kalbin kasılma gücünü arttırır (pozitif inotrop etki),
kalp hızını yavaşlatır (negatif kronotrop etki).
Böylece özellikle konjestif kalp yetmezliği ile atriyal fibrilasyon gibi durumlarda tedavi edici rol oynar. Her ne kadar modern kardiyoloji alanında yeni ilaçlar geliştirmiş olsa da Digitalis türleri hâlâ bazı durumlarda kullanılmaktadır.
Bugün tıpta kullanılan digoksin®, Digitalis türlerinden elde edilen ve hâlâ hastalarda kullanılan hayat kurtarıcı bir ilaçtır. Ancak bu noktada en önemli olan ilacın dozudur. Paracelsus’un “Tüm maddeler zehirdir, zehir olmayan hiçbir şey yoktur. İlaç ile zehiri birbirinden ayıran doğru dozdur.” sözü ile belirttiği gibi doğru dozda birçok hastaya şifa olan bu ilaç; fazla alındığında bulantı, kusma, görme bozuklukları, aritmiler ve hatta âni ölüme yol açabilir. Bu yüzden kontrollü tıbbi kullanım dışında alınması kesinlikle sakıncalıdır.
Tıptaki öneminin yanında yüksük otu edebiyat ve sanatta da yer bulmuştur. Çiçeklerinin görünümü onu romantik resim ve şiirlerin sık kullanılan bir unsuru hâline getirmiştir. Ayrıca arkasındaki “gizli tehlike” nedeniyle çoğu zaman cazibe ve ölüm arasındaki ince çizginin sembolü olmuştur.
Yüksük otu bize şunu gösterir ki doğada hiçbir şey bütünüyle iyi ya da kötü değildir, doğru kullanımda tedavi edebildiği gibi yanlış kullanımda zehir olur.


Rabia Nur Yoldaş